İnsanlar kimin için çalışır? Bu sorunun tarihe yayılan geniş ve etraflı bir cevabı var. Ancak son birkaç yüzyıldır büyük şirketler için çalışıyor. Peki, gelecekte bu süreç nereye gidecek?
Taylor Pearson tarafından Ribbonfarm için kaleme alınan “Piyasalar Dünyayı Tüketiyor” başlıklı makale insanlık tarihindeki değişim ve gelişim sürecini analiz ederek, bu süreçte Blockchain’in oynayacağı rolü yalın bir çıplaklıkla okuyucuya sunuyor. Gayet önemli bir noktaya dikkat çeken bu makaleyi okuyucularımız için özetledik.
Piyasalar Dünyayı Tüketiyor – (Markets Are Eating The World)
Pek çoğumuz şehirlerde yaşıyor ve her gün büyük ofis binalarında çalışmak için otomobillerimiz ile yollara düşüyoruz. Bir yanılgı ile bu sürecin hep böyle çalıştığını düşünebilirsiniz ama öyle değil. 1870’li yıllarda ABD nüfusunun neredeyse yüzde 50’si tarımda istihdam edilmişti. 2008 yılında ise bu oran yüzde 2’ye gerilerken bağıl olarak artık nüfusun büyük kısmı “şirketler” için çalışıyor.
90’lı yıllarda pek çok kişi, insanların açık bir ağ yapısı olan internet üzerinden doğrudan iletişime geçerek bunun bir sonucu olarak şirketlerin parçalanacağını düşündü. “Paylaşım Ekonomisi (gig economy)” sayesinde serbest çalışanların sayısında bir patlama yaşanmasa da kayda değer bir artış gerçekleşti. Bugün Blockchain sayesinde “şirketlerin ölüm süreci” tekrardan gündeme geri döndü. Bu sefer sürecin daha farklı işleyeceğini düşünmek için geçerli bir sebebimiz var mı?
Gerçekten bir şeylerin daha farklı (veya aynı) olduğunu görebilmek için ekonomist R.H Coase’nin ekonomi ile alakalı 1937 yılında kaleme aldığı “The Nature of the Firms” başlıklı makaleye göz atmalıyız. Coase bu makalesinde şu soruyu sorar: “Eğer piyasalar ekonomistlerin inandığı kadar verimli çalışıyorsa neden şirketlere ihtiyaç var? Girişimciler neden piyasadan sözleşmeli yetenekleri toplayıp bütün işleri yoluna koymuyor?”
Eğer birini işe alırsanız, çalışıp çalışmaması önemli değildir, her ay maaşını ödemeniz gerekir. Sözleşme ile iş yaptırdığınız insanlara ise sadece yaptıkları işin karşılığını ödersiniz. Peki, şirketler neden birilerini sürekli işe alır?
Coase’ye göre bu sorunun cevabı işlem maliyetleri. Bağımsız kişilere her iş yaptırdığınızda bir işlem maliyeti oluşur. Basit ama etkili bir örnek verelim; her bir e-postanızı kendiniz okumak yerine bunu sizin için yapacak birisini tutsaydınız, her defasında bu işi yapabilecek birini bulmanız ve onunla anlaşmanız gerekecekti. Günün sonunda anlaştığınız kişi e-postanızı cevaplamazsa ödeme yapmayabilirsiniz ama bu size daha pahalıya patlayabilir.
Ekonomist Mike Mungar üç farklı işlem maliyeti olduğunu belirtiyor;
Nirengi (triangulation) maliyeti: Her seferinde işi yapacak bir yetenek bulmak ve servis kalitesini garanti altına almak.
Transfer maliyeti: Alacağınız hizmet veya ürün için pazarlık yapmak ve anlaşmak.
Güven maliyeti: Karşı tarafın güvenilir olduğunu anlamak ve değilse muhatabı değiştirmek.
İşte bu sebeple e-postalarınızı ya kendiniz okuyup cevaplayacaksınız veya bu işi yapacak birisini işe alacaksınız.
Coase’nin tezine göre şirketler çalışanları işe alırlar böylece transfer maliyetlerini düşürebilirler. Bu şekilde şirketler bir işi yapma maliyeti onu piyasadan satın almaya eşit olana dek ya büyürler ya da küçülürler.
Transfer maliyetleri ne kadar düşük olursa bir piyasa ve küçük şirketler o denli verimli olabilirler. Transfer maliyetlerinin düşük olduğu piyasalarda nirengi maliyeti de çok düşük olur ve güçlü referanslar nedeniyle güven maliyeti de düşer. Böyle bir dünyada inşaların ihtiyaçları azdır zira ihtiyaç duyduğunuz her şeyi piyasalardan bulup, ucuza temin edebilirsiniz. Öte yandan verimli olmayan bir dünyada tüm bu maliyetler yükselecektir. Böyle bir dünyada şirketlerin yapısı da büyük olur. İnsanlar maaş karşılığı bu şirketlerde işe girer ve günün sonunda en basit şeyleri bile satın almak zorunda kalırsınız.
Teknolojik Dönemler ve Transfer Maliyetleri
Tarihin en önemli gelişmelerinden birisi de koordinasyon yeteneğidir. Şüphesiz ki insanları diğer canlılardan ayıran en önemli gelişme kendi aralarında koordine olmayı başardıkları zaman gerçekleşmiştir.
Koordinasyon sayesinde 15 ila 150 kişilik topluluklar binlerce kişinin yaşadığı yapılara dönüşebilmiştir. Bu yapılarda artık avcılıktan ve toplayıcılık yerini yerleşik hayata bırakır. Tekerleğin icadı ile birlikte transfer maliyetleri düşmeye başlar. Ekinlerini arabaya yükleyerek pazara getiren çiftçiler, mahsulünü sırtında taşıyana göre daha ucuza satabilir.
Zamanla insanlar için emeklerinin korunması gereği ortaya çıkar ve askerlik müessesi gelişir. Çiftçiler gelirlerinin bir kısmını askerlere (onarı yöneten merkezi yapılara) verirler böylece güvenlik mümkün kılınır.
Askerleri yönetmek için liderler, liderler sayesinde yönetim anlayışı gelişir. Bu anlayış beraberinde yasalar ve kanunlar geliştikçe güven maliyetleri de düşer.
Saatlerin gelişmesi ile birlikte hem iş verenler hem de işçiler için hayat daha ölçülebilir bir hale gelir. Modern ekonomilerde iş gücü saatlik çalışma ile ölçülür. Kölelik döneminin aksine saatlik iş gücünün ölçülebilmesi çalışanların kendi özgür tercihlerini yapabilmesine izin verir. Bu sayede iş verenler ile işçilerin verimliliği de önemli ölçüde yükselir.
Paranın icadı ile ticaret kolaylaşır ve piyasalar oluşmaya başlar. Bir şeyleri üretmekten bir şeyleri satın almaya doğru geçiş dönemi beraberinde tedarik zincirini ve üretimi tetikler.
Henry Ford’un üretim hattını icat etmesi ile artık üretim seri hale gelir ve otomobiller orta sınıf bir ailenin bile alabileceği kadar ucuzlar.
Douglas Adams: “Siz doğduğunuzda etrafta olup biten her şey normaldir ve işleyen dünyanın bir parçasıdır. 15 ila 35 yaşları arasındaki döneminizde keşfedilen her şey heyecan verici ve devrimsel ve muhtemelen siz bu keşiflerden birisinde kariyer sahibi olabilirsiniz. Ancak 35 yaşınızdan sonra keşfedilen her şey doğal akışa ters olacaktır” der. Bu sebeple teknolojinin transfer maliyetleri üzerindeki kesin etkisini ölçmek çok zordur. Kesin olan şey endüstriyel dönem ile birlikte şirketleşmenin hızlanması ve piyasaların büyümesidir.
Yazılım çağı beraberinde interneti ve internet ise Amazon Facebook, Google ve Airbnb gibi şirketleri doğurur. Hem nirengi hem de transfer maliyetlerindeki düşüş sayesinde artık insanlar bir şeyleri satın almak yerine kiralamayı tercih ediyorlar. Profesyonel olarak “Paylaşım Ekonomisi” olarak ifade ettiğimiz terim aslında tüketiciler için “Kiralama Ekonomisi” sağlayıcılar içinse “Gig Ekonomisi” olarak isimlendiriliyor.
Ancak hala üç ana maliyetten birisi için devrim gerçekleşmedi: Güven Maliyeti.
Merkezi yapıların güveni istismar etmesi, yönetim gücünün bir silaha dönüşmesi üzerinde uzunca tartışabileceğimiz konular.
Bitcoin’in finansal piyasalardaki merkezi yapıları hedef alan felsefesi şirketler ve piyasalar arasındaki yapıya yeni bir şekil verme gücüne sahip.
Bun yeni yapı arada geçen 10 sene içinde net bir şekilde bizlere gösterdi ki Bitcoin sadece finansal piyasalar için değil aynı zamanda aklımıza gelebilecek her şeyin kaydını tutmak için kullanılabilecek bir güce sahip. Bu gücü artık Blockchain olarak ifade ediyoruz. Bu sayede Blockchain sadece bir teknoloji değil, bir dönemi de ifade ediyor. Bu dönem şirketlerin ve piyasaların pek çok seçenek içinde “güven maliyetini” düşürerek rahatça dolaşabileceği bir ekosistem oluşturuyor.
Papa’nın Orta Çağda Hristiyanlığın kurallarını bir güç unsuru olarak kullandığı günlerden, bugün Facebook’un sosyal ilişkileri bir güç olarak kullandığı, farklı güç merkezlerinin üniversiteleri, bankaları kontrol ettiği bir döneme ulaştık.
Blockchain, daha önce hiç ulaşılmamış toplumsal alanlarda yeni piyasalar oluşturma gücüne sahip. Blockchain, merkeziyetsiz finansal bir araç olarak ortaya atılan Bitcoin makalesiyle başladı ancak bu yapı şirketlere, sosyal yapılara ve hatta devlet yapılarına bile nüfuz edebilecek bir geleceğin kapılarını açıyor. İşte Blockchain bu yüzden sadece bir teknoloji değil, insanlık tarihinde her açıdan bir dönüm noktası teşkil ediyor.
Ribbonfarm web sitesinde, Taylor Pearson tarafından kaleme alınan “Markets Are Eating The World” başlıklı makaleden özetlenmiştir.