Yeni Bir Uçuş Rotası Çizmek: Çevik Ağlar ve İttifaklar
Faruk Eczacıbaşı & Ussal Şahbaz

Hayal edin: Bir uçak yolcularını alır, kapılarını kapatır ve yolculuğa başlar. Pistte hızla ivmelenirken burnunu gökyüzüne kaldırır ve tırmanır. İşte tam o anda, geleneksel trafik kuralları anlamsızlaşır; yerini havacılık kuralları alır. Bu değişim, çağımızın dönüşümünü simgeler: durağan gerçeklikler için tasarlanmış katı ve eski yönetişim çerçevelerinden, karmaşık ve hızlı bir dünyaya uygun dinamik, uyarlanabilir yapılara geçiş. Yine de pek çok kurum hâlâ yere çakılı kalmış, havacılık mantığı gerektiren bir gökyüzünde trafik kurallarını izlemektedir. Hukuk sistemlerinden sanayi devlerine, eczanelerden eğitim yapılarına ve hatta ulus-devlet kavramına kadar tüm kurumlar hâlâ internet öncesi bir paradigmaya dayanır.

Bu makalede önce, hızlı teknolojik ilerleme ve karmaşık karşılıklı bağlılıkla tanımlanan mevcut koşullar altında geleneksel kurumsal yapıların neden zorlandığını inceliyoruz. Ardından, hiyerarşik yönetişim modellerinin karşı karşıya olduğu temel krizi ele alıyor ve daha esnek ve katılımcı çözümler sunan yeni yönetişim yaklaşımlarına odaklanıyoruz—örneğin, benzer hedefleri olan az sayıda ülkenin esnek işbirliği yaptığı stratejik koalisyonlar (mini-lateral ittifaklar) veya yeni teknolojilerin gerçek dünyada kontrollü şekilde denenebildiği test ortamları (regülasyon “sandbox”ları) gibi. Son olarak da, bugünün dinamik küresel manzarasında etkili biçimde yol alabilecek yönetişim modellerine geçiş için uygulanabilir yollar öneriyoruz.


Kurumsal Atalet: Eski Yapılar Neden Çöküyor?

1990’ların başında internetin halka açılması, muazzam önemde bir andı. Ağlar, toplumsal yapılarımızdaki paradigma değişiminin temel direği hâline geldi. Ancak bu ağların topluma tam etkisi hâlâ yeterince araştırılmadı. Duman işaretlerinden telefonlara kadar iletişim uzun süre “bire-bir” kuruldu. Kitaplar ve gazeteler “tekten-çoka” modeller sundu. Ancak internet, “çoktan çoka” iletişim dinamiğini getirerek bireyleri sadece tüketici olmaktan çıkarıp içerik ve inovasyon üreticilerine dönüştürdü.

Her dakika 150.000’den fazla cihaz internete bağlanıyor. Akıllı telefonlar artık yalnızca arama ve mesajlaşma değil, aynı zamanda yakalama, üretme ve paylaşma araçlarıdır. Yine de bu ağlı gerçekliklerin sistemik sonuçlarını tam olarak kavrayabilmiş değiliz. 1960’ların sonlarında Herbert A. Simon’un bilgi fazlalığı üzerine çalışmalarıyla şekillenen “dikkat ekonomisi” kavramı, bol bilginin dengeleri talep yönüne kaydırdığını ve sınırlı dikkat için rekabet eden içerik fazlasına yol açtığını vurgular. Bu merkeziyetsiz yapı artık toplumsal, ekonomik ve siyasi değişimin itici gücü olsa da kurumsal yapılar hâlâ analog çağın hiyerarşilerine ayarlıdır.

İnternetin günlük hayatı dönüştürmeye başlamasının üzerinden otuz yıldan fazla geçti. İnternet çağında doğan bebekler artık ebeveyn. Dijital yerliler, yavaş ve analog zamanlar için tasarlanmış kurumlardan şeffaflık, merkeziyetsizlik ve çeviklik talep ediyor. Buna karşılık, dünya liderlerinin ortalama yaşı 62, parlamenterlerin yaşı 53 iken küresel ortalama yaş 30’dur. Küresel yönetişimi yönlendiren kuşak, trafik kurallarının dönemine kök salmış, havacılığın karmaşıklığına hazır değildir. Bu kuşak uyumsuzluğu, tehlikeli bir yönetişim boşluğu yarattı: Kurallara dayalı bir sistem, internet öncesi dönemde eğitim görmüş bir kuşağın elinde; diğer yanda yeni paradigma içinde doğmuş, sesi kısılan bir kuşak. Yenilikçi potansiyelleri, mevcut—çoğunlukla ekonomik—çıkarları tehdit ettiği için bastırılıyor.

2024’te 64 ulus-devlet seçim yaptı ve bunların %70’inden fazlası ciddi güç değişimlerine sahne oldu. Lider değişmeyen yerlerde bile hükümetler zayıfladı. Yaşa bakılmaksızın seçmenler gelecekten umutsuzluk duydu ve eski sistemlere alternatif aradı. Bu siyasi çalkantı dalgası, Sanayi Devrimi’nde aristokrasiden demokrasiye geçişteki gibi, daha derin ve sistemik bir güven kaybını ortaya koyuyor. O zaman da, şimdi de meşruiyet erozyona uğruyor, kurumlar sarsılıyor ve insanlar yeni otorite platformları arıyor. Ulus-devletlerin Westphalia modeli (ulus-devlet egemenliğine dayalı, dış müdahaleye kapalı sistem) bize sınırlar ve egemenlik verdi—sanayi çağı için işe yarayan yapılar. Ancak internet, yapay zekâ ve küresel krizler onları giderek işlevsiz kıldı. Trafik kuralları, verinin, kimliğin ve karar almanın coğrafyayı aştığı bugünün savaşlarının karmaşıklığını kaldıramıyor.

Ulusüstü kuruluşlar da hava trafiğini yönetemiyor. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in “Bildiğimiz Batı artık yok” şeklindeki güçlü ifadesi, tarihsel bir dönemin sonunu ve küresel düzende bir dönüm noktasını resmen kabul eder. Mevcut sistemlerdeki çatlaklar küreseldir. İstikrar, hiyerarşi ve öngörülebilirliğe dayalı geleneksel yönetişim, oynaklık, merkeziyetsizlik ve hızla karakterize edilen bir dünyayı düzenlemekte başarısız kalıyor.

Havacılık koşullarında yaşıyor, trafik kurallarıyla yönetiliyoruz. Akışkan ve birbirine bağlı gerçekliklerin dinamiklerine dayanan kurumsal yeniden tasarım olmaksızın türbülans yalnızca şiddetlenecek. Kültürel, coğrafi ve siyasi bağlamlara göre biçim değişse de dünyanın dört bir yanında akşam sofralarında sorulan “Bu ülkenin hâli ne olacak?” sorusunun kök sorunları ortaktır. Demokrasi ve yönetişim kaygıları sınırları aşar. Benzer sorunlar farklı ülkelerde ortaya çıktığında, kök nedenlerini ele almak kritik olur. İstikrar ve öngörülebilirlik için tasarlanmış geleneksel sistemler, yeni çağın hızlı değişimlerini ve dinamik zorluklarını yönetmede yetersizdir.


Geleneksel Yönetişimin Krizi

Toplumsal sistemler yaşayan organizmalara benzer. Tehdit edildiğinde sessizce geri çekilmez, sertçe savunmaya geçerler. Bürokrasiler de öyledir. Ne kadar derin köklere sahipse, anlamlı dönüşüme o kadar dirençlidir. Teknolojik yıkım, ekonomik belirsizlik ve kamusal hoşnutsuzluk baskısı altında bürokratik kurumlar genelde iki yolla tepki verir: Kimileri meşruiyetini korumak için makul reform anlatıları sunar; diğerleri ise kendini daha da sağlamlaştırır, öz-koruma adına karmaşıklığı katman katman artırır.

Tüm bürokrasilerin anası elbette Avrupa bürokrasisidir. 1957’deki Roma Antlaşması’ndan bu yana Brüksel, üye devletlerden yetki toplamayı sürdürdü. Artık yalnızca eski bürokratlar (örneğin 2024 raporunda eski ECB başkanı Mario Draghi) ya da müttefik liderler (2025 Münih Güvenlik Konferansı’nda ABD Başkan Yardımcısı JD Vance) değil, üye devletler de daha pragmatik ve ölçülü tonlarla aşırı düzenlemeye karşı uyarıyor: Almanya Şansölyesi Friedrich Merz, AB’nin çevik ve geçerli kalabilmesi için devasa bürokratik aygıtının sadeleşmesi gerektiğini açıkça kabul etti—yalnızca verimlilik için değil, hızla değişen küresel manzarada hayatta kalabilmesi için.

Bazı yargı bölgelerinde bürokrasi karşıtı tepki daha sert: Arjantin’de Başkan Javier Milei, köklü devlet yapısını “motorlu testere” yöntemiyle sökme sözü verdi. Kurumsal alanda ise Elon Musk, siyasetin dışında olsa da, Twitter (şimdiki X) gibi şirketlerde geleneksel hiyerarşileri kaldırıp hızlı, merkeziyetsiz karar vermeyi tercih ederek benzer bir zihin yapısını yansıtıyor—çoğu zaman uzun vadeli istikrar pahasına. Musk’ın aynı “yalın girişim” zihniyetini DOGE üzerinden Amerikan hükümetine dayatma denemesinin başarıya ulaşıp ulaşmayacağı ise belirsiz.

Ama dalları budamak yetmez; kökleri yeniden düşünmeliyiz. Günümüz bürokrasisi, sanayi çağının ihtiyaçlarına göre tasarlandı: yavaş, yöntemsel, öngörülebilir. Oysa bugünün zorlukları—yapay zekâ, iklim değişikliği, kitlesel göç ve merkeziyetsiz ağlar—uyarlanabilir, şeffaf ve küresel katılımcı kurumlar gerektiriyor. Temeldeki mantığı değiştirmeden yapılan reformlar kaçınılmazı sadece geciktirir. Gereken şey, esnekliği yanıt verebilirlikle, denetimi güvenle değiştiren yepyeni bir mimaridir.

Yönetişim yapılarımızı kökten değiştirme aciliyeti, ufuktaki teknolojik yıkımlarla daha da artıyor. Sırada bekleyen yeni yıkım tsunamileri var gibi görünüyor. On yıl içinde Genel Yapay Zekâ’nın (AGI) gelmesi bekleniyor; otomatik bilimsel keşiften gerçekten otonom robotlara kadar her alanda atılımlar vad ediyor. Neredeyse eşzamanlı olarak, bugün IBM, Google ve girişimlerce öncülük edilen kuantum bilgisayarlar, malzeme tasarımı, kriptografi ve karmaşık sistem simülasyonlarında klasik sınırları yıkan yeni bir dönüşüm dalgası yaratacak. Aynı anda, sentetik biyoloji ve gen düzenleme (CRISPR tabanlı tedaviler düşünün), beyin-bilgisayar arayüzleri ve nanoteknoloji yapay zekâ ile birleşerek bir zamanlar bilim kurguya ait kabiliyetleri gerçeğe taşıyor. Bu arada, dağıtık defter teknolojileri ve kenar bilişim ağlarının yayılması, niş alanlara odaklı dikey yapay zekâ modellerini milyarlarca cihazlık yatay ölçeklenebilirlikle buluşturuyor.

Antonio Gramsci bir zamanlar şöyle yazmıştı: “Eski ölüyor, yeni doğamıyor; bu ara dönemde her türden hastalıklı belirti ortaya çıkıyor.” Bu “buzul çağını” aşmak, küresel işbirliği ve cesur inovasyon gerektirir. Mevcut fikirlerimizin, kurumlarımızın ve yönetişim modellerimizin birçoğu ya modası geçmiş ya da umutsuzca yeniden icada muhtaç. Uzun vadeli riskler, uzun vadeli dayanıklı modeller ister. Türk analist Bekir Ağırdır bunun adını “küresel buzul çağı” koyuyor. Sanayi çağını geride bıraktık, ama havacılığa uygun yeni bir kural kitabı henüz yazılmadı. Yenilikçi çözümler ve uyarlanabilir politikalar olmadan, modası geçmiş, muhafazakâr ve tepkisel zihniyetler gelecek seçimlerde de varlığını sürdürecektir.

Tarihi şekillendiren devrimsel inovasyonların ardından toplumsal çalkantılar gelmiştir; çoğu ciddi savaşlarla sonuçlanmıştır. Matbaadan yarı iletkenlere kadar teknolojik yıkımlar uygarlığı yeniden yazdı. Buhar makinesi yalnızca teknolojik bir araç değildi; bir yüzyıl önce ulus-devlet fikrini yerleştiren Westphalia Antlaşması’nın verimli zemininde kök saldı. Teknoloji ile siyasi bağlam arasındaki bu sinerji toplumsal dönüşümü hızlandırdı. Aristokrasi sınıfı iki yüzyılda silinirken, yeni ulus-devletler filizlenen “orta sınıf”ı kutsadı, “burjuvazi” ise ekonomik yapının merkezi direği hâline geldi. Son 600 yılın yıkıcı gücü bugün sadece 30 yıla sıkışıyorsa, sistemsel yeniden icat çağrısını nasıl göz ardı edebiliriz? Bretton Woods’tan doğanlar veya Avrupa Birliği gibi bir zamanların koordinasyon örnekleri dahi, üye devletler içindeki demokratik baskı altında çökmekte. Zamanımızın siyasi ayrışması sadece liderler ya da ideolojilerle ilgili değil; yapıyla ilgili: Havacılık çağının gereklerine uygun yönetişim güncellemesinin eksikliği. Bu aradönemi aşmak, bu yıkımları kucaklayabilecek uyarlanabilir kurumlara yönelik köklü değişimler gerektirir.


Havacılık Çağına Uygun Kurumlara Doğru: İlkeler

Teknolojik ilerleme siyasidir. Birleştirici bir vizyon olmadan—ilkokuldan doktora programına kadar müfredatı yeniden şekillendiren, kurumsal Ar-Ge’ye etik korkuluklar yerleştiren, sorumluluk ve dijital haklar için hukuk çerçevelerini güncelleyen, yeni çok taraflı anlaşmalar oluşturan—her sıçrama, onu sorumlu biçimde yönetme kapasitemizi geride bırakabilir. Oysa kısa vadeli jeopolitik rekabetler—ABD-Çin yapay zeka yarışından AB’de dijital egemenlik tartışmalarına ve Hindistan’daki veri yerelleştirme politikalarına—şiddetle ihtiyaç duyduğumuz uzun vadeli koordinasyonu tıkar. Ortak pusulamızı şimdi yeniden kalibre etmezsek, yarının devrim niteliğindeki araçları kurumlarımız uyum sağlayamadan gelecek.

Edward O. Wilson’ın sözleriyle: “İnsanlığın gerçek sorunu, taş devri duygularımız, ortaçağ kurumlarımız ve tanrısal teknolojilerimiz olmasıdır.” Gelecek uğruna, insanlık duygularını dizginleyip kurumlarını küresel ölçekte güncellemek zorundadır. Umut ağlarda—sivil toplum, akademi ve yenilikçilerin ortak anlatısında—yatıyor. Bilgi bolluğu çağında eğitim sistemi bile geleceğin ihtiyaçlarına göre yeniden yapılandırılmalı. Bir asırdan fazla zaman önce William Butler Yeats şöyle demişti: “Eğitim, bir kovayı doldurmak değil, bir ateş yakmaktır.” O ateş, beyin hücreleri arasındaki bağlantılar—sinapslar—aracılığıyla yayılır; bunlar ağlara benzer. Aynı şekilde toplumlar da izole düğümlerden değil, bağlantılarının zekâsından güç alır. Bu entelektüel ekosistemler, hizalanabildikleri sürece, herhangi bir hükümetten daha güçlüdür. Bu “soluk mavi nokta”yı cidden korumak istiyorsak, eski trafik mantığını bırakıp havacılığa uygun yönetişime tam anlamıyla bağlanmalıyız.

Gezegenin uzun vadeli hayatta kalışı için sağlam bir vizyon, tarihin belirsiz sayfalarına kazınmış değildir. Gelecek nesillerin dünyası, gelir eşitsizlikleri, iklim değişikliği, kirlilik, enerji ve doğal kaynak kıtlıkları gibi beklenen zorluklara göre yeniden tanımlanmalıdır. Fakat fiziksel ve disipliner tüm sınırları daraltan giderek zeki ağlar temelli yeni araç setlerimiz de var. Her kaybedilen gün, makul bir gelecek arayışından bizi daha da uzaklaştırır.

Dünya Ekonomik Forumu’nun Küresel Risk Raporu, son yıllarda en önemli riskleri tahmin etmede sürekli başarısız oldu. COVID-19 gibi bir küresel pandemi, Rusya-Ukrayna Savaşı ve Başkan Trump’ın başlattığı yeni gümrük vergisi savaşı, ilgili yılın WEF analizinde ilk beş risk arasında değildi. Bu durum, grup düşüncesi ve hiyerarşik yapıların çalkantılı çağımızda risk belirlemeyi nasıl engellediğini gösterir. Yine de 2025’te WEF, orta vadeli en büyük beş riskten dördünün çevresel olduğunu belirledi. İklim değişikliği, biyolojik çeşitlilik kaybı ve kaynak kıtlığı reaktif politikalarla veya eski ekonomiyle çözülemez. İrtifaya, hıza ve sürdürülebilirliğe göre tasarlanmış yeni modeller gerekir. Bu yeşil dönüşüm, reaktif değil proaktif, silo yerine sistemik yeniden kurgulanmış yönetişim çerçeveleri gerektirecek. Otoriter hükümetlerin yalnızca kısa vadeli kendi çıkarlarına odaklanması ve demokratik ülkelerde siyasi gündemlerin dört-beş yılı aşmaması, uzun vadeli risklerin siyaset sahnesinde sürekli kaybetmesinin doğal nedenleridir.


Yol Haritası: Esnek Ülke İttifakları, Deneme Alanları ve Katılımcı Ağlar

Bugün, öngörülebilir kara trafiği için tasarlanmış yönetişim modelleriyle havacılık koşullarında yol almaya çalışıyoruz—yapılar silo hâlinde (farklı uzmanlık alanlarının birbiriyle yeterince iletişim kurmadan, kendi içinde kapalı çalışması) ve yavaş. Küresel sistemlerimiz, kurumsal bölünmeler, siyasal kutuplaşma ve bürokratik katılık nedeniyle aksıyor. Üniversiteler disipliner sınırlarına sıkı sıkıya tutunuyor, hükümet bakanlıkları birbirinden bağımsız çalışıyor, şirketler dış inovasyona direnci sürdürüyor. Bu katı silo mantığı, iklim krizinden hızlı teknolojik gelişmelere kadar birbirine bağlı küresel zorlukları ele alma kapasitemizi ciddi biçimde kısıtlıyor.

Umut vadeden alternatifler, Singapur, BAE, Hindistan ve Kanada gibi proaktif “orta güç”lerin çevik yönetişim deneylerinden doğuyor. Agile Nations Charter, bu ülkelerin mini-lateral ittifakları—stratejik açıdan önemli az sayıda ülke arasında hedefe yönelik işbirlikleri—kullanarak regülasyon inovasyonunu nasıl teşvik ettiğini gösterir. Geleneksel, bağlayıcı çok taraflı anlaşmaların aksine, Şart gönüllü katılımı, iteratif politika denemelerini ve esnek çerçeveleri teşvik eder. Dijital teknolojiler, yeşil ekonomi çözümleri ve sağlık yenilikleri gibi alanlara odaklanır; yeni teknolojilerin sınırlar ötesinde hızla ölçeklenmesini sağlar.

Project mBridge, Hong Kong, Tayland, BAE ve Çin’i kapsayan bir Merkez Bankası Dijital Para Birimi (CBDC) girişimi olarak çok taraflılık ve regülasyon “sandbox” inovasyonuna iyi bir örnektir. Regülasyon sandbox’ları, yeniliklerin geçici düzenleyici istisnalarla gözetim altında test edilebildiği kontrollü ortamlardır. mBridge, paylaşılan bir dağıtık defter platformu sayesinde sınır ötesi ödemeleri hızlı, düşük maliyetli ve şeffaf kılar. Bu mini-lateral yaklaşım, koordinasyonu kolaylaştırır ve bölgesel ekonomik bütünleşmenin kritik meselelerine odaklanarak ödeme verimliliğinde, maliyette ve şeffaflıkta önemli iyileşmeler gösterir. Böylece çevik yönetişim, teknolojik ve ekonomik değişimlere hızla uyum sağlayabileceğini kanıtlar.

Kurumsal tasarım her zamankinden daha kritiktir. Charles Sabel’in deneysel yönetişim çerçevesi bu uyarlanabilir yaklaşımı güçlendirir. Sabel, disiplinler arası ve sektörler arası işbirliğinin etkili bir örneği olarak Montreal Protokolünü (ozon tabakasına zarar veren gazların kullanımını azaltarak büyük başarı sağlamış anlaşma) öne çıkarır; bu, katı hedefler ve düşük uyum teşvikleriyle başarısız olan Kyoto Protokolüyle (ülkelerin karbon salımına sınır koymayı hedeflemiş ancak yeterli uyum sağlanamadığı için pek başarılı olamamış bir çerçeve) keskin bir kontrasttır. Montreal’in iteratif tasarımı, dinamik hesap verebilirlik mekanizmaları ve dağıtık problem çözümü, bilimsel veriler evrildikçe sürekli uyum sağlar; ozon tabakasına zarar veren maddelerde %98 azalma sağlayarak çevreye büyük katkıda bulunur. Buna karşılık Kyoto’nun sert hiyerarşik modeli emisyon hedeflerini tutturamadı; Paris Anlaşması sonrası COP müzakerelerinde süren başarısızlık da bu tasarım kusurlarını yansıtır.

Başlangıçta vizyoner bireyler tarafından yürütülen Voyagers ve Exponential View gibi özel, topluluk tabanlı inisiyatifleri de başarılı çevik ağlara örnektir. David Rowan’ın kurduğu Voyagers, derin güven inşası, özenle seçilmiş etkileşim ve işbirlikçi inovasyona odaklanır. Epoch Biodesign’ın sürdürülebilir malzemeleri, Climate X’in risk değerlendirme platformları, Hide Biotech’in sürdürülebilir deri alternatifleri gibi girişimleri doğrudan destekler. Hanx’in kompostlanabilir prezervatif ambalajı ve Five Lives’ın nöroteknoloji gelişmeleri gibi çapraz sektör inovasyonlarını da kolaylaştırır. Azeem Azhar’ın başlattığı Exponential View ise küratörlü tartışmalar, politika laboratuvarları ve topluluk odaklı katkılarla AB Yapay Zeka Yasası (AI Act – Avrupa Birliği’nin yapay zekâ kullanımını sınırlandıran ve denetleyen yasal çerçevesi) değişikliklerini şekillendirecek kadar düzenleyici çerçeveler üzerinde etki yaratmıştır. Dünya Ekonomik Forumu gibi hiyerarşik platformlardan farklı olarak bu çevik ağlar, ortaya çıkan liderlerin geleceği pasif biçimde tepki vermek yerine proaktif biçimde şekillendirdiği kapsayıcı, dinamik ortamlar sunar.

Deneyler artık temsilî demokrasinin tabu alanına da yöneliyor. Claudia Chwalisz’in öncü çalışması, müzakereci demokrasiyi savunarak geleneksel hiyerarşik modellere güçlü bir alternatif sunar. Bu yenilikçi yaklaşımda rastgele seçilmiş vatandaşlar, uzman girdisiyle bilgilendirilen yapılandırılmış tartışmalar yoluyla karmaşık politika konularını müzakere eder. Ostbelgien Yurttaşlar Konseyi ve Paris ile Brüksel’deki kalıcı Yurttaş Meclisleri (rastgele seçilmiş vatandaşlardan oluşan ve belirli aralıklarla toplanarak kamu politikaları hakkında öneriler geliştiren yapılar) gibi girişimler, demokrasinin seçim döngülerinin ve yukarıdan aşağı karar vermenin ötesine evrilebileceğini gösterir. Seçilmiş yetkililere bel bağlamak yerine, müzakere süreçleri çeşitli vatandaş gruplarını birlikte öğrenmeye, tartışmaya ve uzlaşı inşa etmeye dahil eder. Bu hiyerarşi-dışı, katılımcı yöntem, geleneksel siyasi yapılarda içkin kısa vadecilik ve kutuplaşmayı etkili biçimde dengeler; öngörülü yönetişim, kapsayıcılık ve kolektif zekâ sağlar—bugünün hızla evrilen küresel zorluklarında hayati niteliklerdir.


Yönetişim Açığını Kapatmak İçin Öncelikler

  • Mini-Lateral İttifakları Güçlendirmek: Agile Nations ve Project mBridge gibi hedefe yönelik, çevik koalisyonlar geliştirerek, kapsamlı çok taraflı yapılarla ilişkilendirilmiş ağır prosedürler olmadan özgül düzenleyici sorunlara hızla çözüm getirmek.
  • Sektörler Arası İşbirliğini Artırmak: Akademi, hükümetler, endüstri ve sivil toplum dâhil çeşitli paydaşları dinamik politika deneylerine entegre eden çevik platformları genişletmek.
  • Uyarlanabilir Regülasyon Çerçeveleri Benimsemek: Montreal Protokolü ve Agile Nations Şartı’nda görülen deneysel ilkelerle uyumlu, iteratif geri bildirimi hızlıca entegre eden ve teknolojik-toplumsal gelişmelere paralel evrilen esnek yönetişim yapıları tasarlamak.

Hiyerarşik yönetişimden uyarlanabilir, işbirlikçi ağlara geçiş, köklü bir dönüşümü temsil eder: Eski trafik kurallarından, bugünün karmaşık ve bağlı dünyasına daha uygun yönetişime geçiş. Güvene dayalı topluluklar, esnek düzenleyici ortamlar ve deneysel yönetişime kök salmış proaktif inovasyonları teşvik ederek bu yeni koşullarda güvenle yol alabiliriz. Evrensel uzlaşı beklemek, hızla evrilen bir manzarada gerçekçi değildir. Politikacılar, girişimciler, akademisyenler ve sivil toplum, gelecek nesiller için dayanıklılık ve refahı güvence altına almak adına çevik yönetişimi birlikte benimsemelidir. Bireysel girişimleri teşvik etmek ve güçlü, ağ tabanlı ekosistemler geliştirmek, toplulukların modası geçmiş modellerin katılığını aşmasına ve şu an karşı karşıya olduğumuz küresel zorlukları proaktif biçimde ele almasına güç kazandıracaktır.